Sunday, November 28, 2010

MASK



Telefonla konuşurken kağıda bir şeyler karalar gibi oluştu bu masklar..
Televizyon karşısında elimde çamur  " neler yapılabiliri " düşünürken ellerimde beliriverdi bu yüzler..
Bazılarının gözleri açıktı..
Bazıları ise gözlerini yumdu ışığa..






Gözleri yapmak, bakışları izleyene vermek ne zordu !
Defalarca yaptım bozdum.
 En sonunda bakışları izleyene bıraktım.
Masklarımın içine ayna yerleştirmeye de işte böyle karar verdim.
Her maska bakan kendi bakışlarını yerleştirecek,
yarım kalan çalışmamı kendi gözleriyle tamamlayacaktı....

" Her birimizin yüzünde maskeler,
bakıyoruz birbirimize birbirimizin yüzleriyle.. "


" These masks were formed like drawing something while on the phone... Masks appeared in my hands when i was thinking what could i do.  İt was difficult to make their eyes, looks and feelings that is why i decided to replace mirror to eyes. In this way when you look at the my masks, you will see your eyes on the mask. "





Sunday, November 21, 2010

DENİZ KABUKLARINDAKİ ŞEHİR... ( The City inside Shells.. )


 Galata Kulesi ve Kız Kulesini uzaktan seyretmeyi çok severim.
 Özellikle Galata Kulesinin hiç ummadığınız bir sokağın sonunda insanı karşılaması heyecan vericidir.

 Konumuyla mimarisiyle bu büyüleyici kuleler seramiğe başladığım ilk günlerden beri aklımın bir köşesindeydi.
 Nasıl yapsam da bu iki kuleyi seramikten  çalışsam diyordum kendi kendime..
 Benden önce zaten binlerce kez yapılmıştır diye düşündüğümden de çok da cesaretli değildim başlamakta.
 Belki bir şeylerle birleştirebilirdim...

 Onları Deniz Kabuklarının içine yerleştirme fikri işte böyle böyle şekillenmeye başladı.



Çalıştığım ilk büyük işler olduğundan yaparken içinde hava bırakmış olmaktan, iyi birleştirememiş olmaktan doğrusu çok korktum.  İlk pişirim kazasız sonuçlandı ve sır aşamasına geçtim.

Atölyede uygulanmış hallerini gördüğüm ve çok yakışacağını düşündüğüm taş sırlardan kullandım. Özellikle yeni başlayanlar için ve çalışmasının her bölümünü sırlamak isteyenler için çok uygun , sorunsuz sırlar. Sırlama işlemi sonrasında nemli bir süngerle silindiklerinde de çalışma ışıl ışıl , doğal bir taş gibi parıldıyor.

Vee deniz kabuklarının son hali...





Deniz kabuklarımı tamamladıktan sonra onları tamamlayacak, birbirine bağlayacak bir şeylerin eksikliğini hissediyordum.
İstanbul'un iki önemli simgesini ise ancak İstanbul Boğazı bağlayabilirdi. Ve tabi Boğaz martılarla Boğazdı.
Çalışmamı ayna ile tamamlama fikri de böyle gelişti.


 

Not : Çalışmamda şamotlu çamur kullandım. Galata Kulesinde ve Kız Kulesinde taş sırların beyaz, siyah ve kahverengisini kullandım. Kız Kulesinde ek olarak Botz 9542 Blaueffekt ve Botz 9527 Lagune sırlarını kullandım

Not 2: Bu çalışmamı kasım ayında yazmışım. Dün (15.02.2011) tekrar göz atarken yazının genel bir fotoğrafla başlamasının daha güzel olacağını düşündüm ve hemen fotoğraflarıma bakmaya başladım. Ne yazık ki deniz kabuklarının genel bir fotoğrafını çekmemişim. Detaylarla boğulmak bu olsa gerek :) İşte tam bu noktada sergimizin fotoğraflarını çeken sevgili arkadaşım Nihan ( Fotoğraf Balosu) hayatımı kurtardı. Artık yazım genel bir fotoğrafıyla başlıyor. Teşekkürler Nihan'cım :))

In İstanbul, I have allways enjoyed watching Galata Tower and Maiden's Tower . Especially, it's an amazing experience suddenly to see the Galata Tower at the end of the streets.
I had wanted to make their sculpture. However i was not enough brave to begin it, because there are so many works about them. May be i could do something different.. and i decided to placed the towers, inside the shells.
After making their sculpture, visually  i wanted to get together these towers .
Only Bosphorus and sea gull could get together İstanbul's these two significant symbols therefore i decided to used mirror with flying sea gulls ...

Saturday, November 20, 2010

GECENİN KUŞLARI ( Birds of Night..)

Size Deniz Kabuklarındaki Şehir'i anlatacaktım ama bu kuşlar beni rahat bırakmadı.
Sergimizi topladıktan sonra onları evimdeki uygun noktalara yerleştirmiş keyifle izleyi planlıyordum ama  işime  karışmaya başladılar..

Bulut'un çiftliğini yaparken içimden biraz daha büyük objeler çalışmak geliyordu.
Çalışmamda hem hayvan figürleri , hem de üzerinde biraz oynayabileceğim bir şeyler olsun istiyordum. Mimar Sinan 'lı olmamın da etkisiyle baykuşlardan bir başlayayım gerisi gelir diye düşündüm.

Öncelikle bu üç kardeşi çalışmaya başladım..




Baykuşlarımın ilk halleri hoşuma gitmişti. Fırından kazasız olarak çıktı. Sonrasında da  sırlamaya başladım. 
Sırlı pişirim sonrası ise ne yazık ki içlerinden birini elemek zorunda kaldım. En sevimli olduğunu düşündüğüm (alttaki fotoğrafta soldaki) baykuş fırından oldukça karanlık bir iş olarak çıktı.
İşte son halleri..



Bu baykuşlardan sonra ise biraz insansı özellikleri birazda fonksiyonelliği  olan baykuşlar çalışmak istedim.

Fonksiyonellik konusu hemen çözüldü, bu kadar büyük gözlerle aydınlatma elemanı olmaları gerekiyordu. İnsansı özelliklerini ise giysilerle verebilirdim diye düşündüm. Bay ve Bayan kuşum ise işte böyle ortaya çıktı.






Çalışmam bittiğinde onlara karşıdan baktıım ve  hepsini  teker teker sevdiğime karar verdim. Ama nedense içimden bir ses bayan kuşun yerinin diğerlerinden biraz daha farklı olduğunu söylüyor..

Not: Çalışmamda şamotlu çamur kullandım.Kullandığım sırlar ise Botz 9224 Aventurin, Botz 9543 Spiegelglasur. Ayrıca sırlamadığım bölümlerde demir ve bakır oksit kullandım.

Tuesday, November 16, 2010

BULUT'UN ÇİFTLİĞİ ( My Son's Farm)

Seramikle tanıştıktan 2 yıl sonra oğlum Bulut dünyaya geldi. Doğum sonrasında 9 ay oğluma zaman ayırmak, onun bakımıyla uğraşmak istedim.

Bulut her ne kadar günümü gecemi doldurduysa da bir kere elim çamura değmişti ve bir şeyler beni huzursuzlandırıyordu. Seramikten uzak kaldığım zamanın acısını çıkarmak istiyordum ama oğlumuda ihmal edemezdim. Hem kendim hem onun için bir şeyler yapabilirmiydim.

Atölyeye bir kaç saatliğine uğramaya karar verdim. Neler yapabilirim, nasıl devam edebilirim konuşmak istedim.  Ve çıktığımda karar vermiştim. Bulut'un uyku saatlerinde atölyeye gidebilir, fırsat buldukça da evde birşeyler yapabilirdim.

Bebeği olanlar bilir, bebeklerin  ilk dönemlerdeki oyuncakların, bodylerin, battaniyelerin hepsinde hayvan figürleri vardır.Hem çevremi saran Bulut'un eşyalarının etkisi hem de hayvanları çok sevmem ama en çok da ilerde bu dönemin güzel birer anısı olsunlar diye minik hayvan figürleri yapmaya karar verdim.

İlk yaptığım figürler lohusalığın verdiği duygusallıkla  hep anne ve  bebeği  şeklindeydi. Bir süre bağımsız figürlere elim gitmedi. Belki bıraksalar yatarken onlarında üstünü örtebilirdim.



Zamanla bebek hayvanları büyütmeye, annelerinden ayırmaya başladım. Anı olsun diye başladığım çalışma inanılmaz hoşuma gitmeye başladı. Şimdiden 15'i buldu minik hayvanlarımız. ve sanırım oğlumun yemin töreninde de bunlardan yapıyor olacağım. Koleksiyonumuzun sırlanmış yeni fotoğrafları zamanla paylaşılacaktır. Bizi izleyin.. :))

TAVUSKUŞU ( Peacock )


Seramikle tanıştıktan kısa süre sonra izlediğim bir sergide sırların uçsuz bucaksız dünyasını keşfettim.
Yalın bir formun sırla son derece ihtişamlı bir hal alması çok şaşırtıcıydı.

İlk fırsatta rengiyle öne çıkan bir şeyler yapmam gerekiyordu.
Düşünme-araştırma sürecinden sonra Tavuskuşu duvar panosu yapmaya karar verdim.
Bu çalışma da bana Sır'ın sırrını, son sözü kendisinin söylediğini öğretti.

Tavuskuşunun yapım aşamaları tek kelimeyle harikaydı. Öğrendiklerimi uyguluyordum, doku denemelerine başlıyordum. Ve yaptıklarım çok içime siniyordu.  Biskivü pişiriminden sonra ise ellerim onu sırlamak için sabırsızlanıyordu.


Tavuskuşumu  büyük bir keyifle sırladım ve yeni yapacağım işi düşünmeye başladım. Sonuçta sadece fırından çıkmasını beklemek kalmıştı.

Fırından çıkan tavuskuşunu ilk gördüğümde hissettiklerimi ise herhalde hiç unutamıyacağım.
Benim göz alıcı kibirli kuşum 100 derecede yıkanmış narin bir kumaş gibi çıkmıştı fırından !

Hemen atölyedeki şüpheli olabilecek kişileri düşünmeye başladım. Sonuçta biri fırına girip tavuskuşumun renklerini , huyunu suyunu değiştirmiş olmalıydı.


Durumu kabullenip, sırların ve fırının önünde eğilmem biraz zaman aldı. Sonrasında da sır denemelerine başladım.

Sayısını yazamıyacağım hayal kırıklıklarımdan sonra ise Tavuşkuşum tüylerini bir yelpaze gibi açtı, renkleri canlandı, gözleri parladı ve şimdi Bodrum'da bir sanatseverin evinde mağrur bir şekilde duruyor.




İstanbul'dan selam olsun ona...

SIRLI MELODİLER.. ( Glazed Melodies..)

Sucuk yönteminden ağzım yandıktan sonra, üfleye üfleye  atölyeye gittim.
Geriye bir yöntem kalmıştı. Onuda atlatıp hobime kaldığım yerden devam edecektim.

Sahne 3 :  Plaka yöntemi.

Bu yöntem bildiğimiz merdane yardımıyla yapılıyordu. Çamuru merdaneyle belirli bir kalınlığa kadar açacaktım. Mutfağa alışıktım ve elime merdane almışlığımda vardı.
Sucuk yöntemi kadar gafil avlanamazdım sonuçta.. çamurlar "bozuk" olmasaydı :)

Defalarca açmama rağmen bir türlü çamur aynı kalınlıkta açılmadı. "Dalgalı deniz " çalışıyorum diyebilirdim ama baştan yapmak istediğimi söylemiştim. En iyisi kendime kızmaktı galiba yıllardır evde hamur açmayıp hazır mantı aldığım için..



Neyse ki bir süre sonra herkesi çamurun eşit açıldığına ikna ettim ve çalışmama devam ettim.

Plaka yöntemi ile piyano formunda tepsisi olan bir kahve takımı yapmayı planlamıştım. Planladığım gibi yapmayı başarsamda, yapım süresi hiç planladığım gibi kısa olmadı ! Özellikle tuşlarını tek tek yapıp sırlarken bir daha müzik dinlemek istemeyeceğimden bile korktum.

Son durum ise şöyle , aradan 4 yıl geçmesine rağmen hala çalışmamı bir ahşap ustasına teslim edip de  tepsisini yaptıramaya kıyamadım..


Not : Çalışmamda beyaz çamur kullandım. Pianonun  tuşlarında ve fincanlardaki sol anahtarlarının çiziminde siyah  sır altı boya kullandım. En son olarak da hepsini şeffaf sırla sırladım.

şeytan azapta gerek..

Seramikle geçen 2 günden sonra kendimi çamurla her şeyi yapabilecekmiş gibi hissediyordum..
Önceden düşünmeme bile gerek kalmadan çamur bana ne yapman gerektiği hakkında fikir veriyor ve ben de çamura uygun şekilleri veriyordum.

Atölyedeki diğer kişilerin yaptıklarını da gözlemeden edemiyordum. Sanırım öğrenmem gereken 2  yöntem daha kalmıştı . Biraz sıkıcı gözükmekle birlikte son derece basit gözüküyordu. !
Nasıl olsa ben, elle şekillendirmeyi  sevmiştim ve o iki yöntemi de öğrenip geçecektim.

Tabi nereden bilebilirdim ki beni bekleyenleri...

Sahne 2 : Sucuk yöntemi !!!
El ile şekillendirilmiş belirli kalınlıktaki sucukların (çubuk veya fitil de deniyor) bir araya getirilmesiyle formların elde edilmesi yöntemi.

Ne kadar basit değil mi ?

Kısa bir teorik bilgiden sonra hemen elime çamuru aldım.
Biran önce bitirip elle şekillendirmeye devam etmek istiyorum ya, hızlı hızlı çamuru masada yuvarlamaya başladım.

Neden izlediğim gibi kolay ve çabuk yapamıyordum!

Çamuru aynı yerden almıştım.. yuvarlama haraketlerimiz aynıydı..
Ne tek tip yapabiliyordum, ne de istediğim uzunlukla..
Tam çamurla tanışmış, birbirimize ısınmışken bu teknikte  neydi böyle !

"Çamura yatıp" kendime yeni bir hobi mi bulsam ?

Sonuç olarak 3 ders boyunca inat ettim ve bu sucuk yöntemini kullanarak bir obje yapmayı başardım.

Hala konuyla ilgili  fikrim değişmedi bu 4 yıldaki yaptığım en zor objeydi.
Seramik gibi uçsuz bucaksız ve sırlarla yolu dünyada , daha yolun çok başında da olsam büyük büyük heykeller yapmaya cesaretim var da, bu sucuk işine girmeye bir daha gücüm yok !

Merak edenlere ise işte yaptığım çalışma.. Sadece 8 cm yüksekliğinde ve 11 cm uzunluğunda. :)



Not : Çalışmamda şamotlu çamur kullandım. Sırlamak  istemeyip bisküvi pişiriminden sonraki haliyle bıraktım.

ÇAMURA ŞAPKA ÇIKARMAK... ( Respect for Clay.. )

İlk çamuru elime aldığımda fark ettiğim ne yapmak istediğimi bilmediğimdi.


Ne yapacaktım ki şimdi ?

Ürkek ürkek çamura şekil vermeye başladım.
Seramiğe ilk başlayanlar çoğunlukla kase, tabak ..vb objeler yapmayı denelermiş. Ben de elimle kase tarzı bir şeyler yapmaya çalışıyordum. Tam ters çevirmiş yaptığım objenin alt kısımlarını düzeltmeye başlıyordum ki çamur şapkaya dönüşüverdi !

Çok hoşuma gitmişti. Hatta o geceki en önemli işimin o şapkayı tamamlamak olduğunu hissettim. Kurdelası, fiyongu derken zaman nasıl geçti anlayamadım.

Atölyeden çıktığımda ise  ne kadar mutlu olduğuma şaşırdım..

Bir şapka bu kadar mutlu edebilir miydi insanı ?

Bu işte başka bir iş mi vardı ?





The first thing that i realized when i  touched to clay was i did not know what i want to do with clay.
I started to form the clay timidly..
First of all people  who just start pottery try to make bowl,  vase. etc. and i  tried to make bowl too.
When i turned to bowl to reshape , suddenly my bowl transformed to hat !
I liked it and i felt that  my the most important  work was to complite my hat  that night.
I didn’t understand how  the time passed.
When i finished first course day, i  was  so happy.
Is a simple hat capable to make people happy too much?



Not : Çalışmamda şamutlu çamur kullandım. Bisküvi pişiriminden sonra Botz'un 9531 numaralı Anemone sırrı ile sırladım.  ( For this work i used Botz 9531 glaze )

SIRRA YOLCULUK..( Journey to the Glaze..)


Kapadokya'ya gidenler bilir,  seramik atölyeleri bölgedeki önemli uğrak noktalarından biridir.
Benimde bu Sırlı yolculuğa çıkmam , Kapadokya turundaki seramik atölyesi gezisinden sonra oldu.

Aslına bakarsanız o an ne kadar etkilendiğimin farkında değildim. Hatta orada  çömlekçi tornasının başına oturmak için gönüllü bile olmadım.

Torna başında yapılan gösteriyi izledim. Hediyelik eşya bölümünde biraz zaman geçirdim ve yolumuza yeni yerler görmek üzere devam ettik.

İstanbul'a dönüşümüzden hemen sonra ise kısa bir internet araştırması yapıp, kendime uygun bir seramik atölyesi buldum.
İlk ders  ne yazık ki çok yoğun bir iş günü sonrasına denk geldi. O gün başlayıp başlamamakta kararsız bile kaldım. Ama gün sonunda  tam da anlayamadığım bir gücün etkisiyle
kendimi atolyenin kapısında buldum.
 

Atölyede kısa bir tanışma sohbeti ve çamurla ilk buluşma..


Şaşkınlık, ürkeklik ve ne yapacağını bilememe hali...Çamura hakim olma çabası..

Hatta bir ara içimden "gecenin bu saatinde ne işim var burada !" bile dedim..

Vee..birden çamurun içinden bir şeyler beni kendine çekmeye başladı..Elimde oynadığım çamurdan formlar oluşmaya başladı..

Sanırım yavaş yavaş farkına varıyordum, nasıl bir yolculuğa çıkmak üzere olduğumu...


 
People know who went to Cappadocia that ceramic studio is one of the important stopover points in the region.
My glazed journey started after the ceramic studio tour in Cappadocia.
In fact that I was not aware of how much I impressed and even I was not volunteer to try to make pottery.
I watched to pottery show then spent some time in the gift shop and we resume to our tour to see new places.
After return to İstanbul , i searched a ceramic studio to attend.
Unfortunately , my first course day  coincided a very busy work day.
I could not even make a decision start to ceramic course that day.
But end of the day I standed in front of the studio by the effect of incomprehensible force…
A short chat and the first touch to clay...
Confusion, shyness and not knowing  what to do... and effort to be dominate by clay..
Even i had said  that what i was doing in that studio .
Suddenly something swallowed me  and  the clay started to be formed.

I was realizing that what kind of journey i was beginning to ...